Ruhlarımız içinde bulunduğumuz evrenin dışında paralel evrenlerde de yaşamaya devam ediyor. Bu evrende yaşadığımız hiçbir şey diğerlerinden bağımsız değil. Zaman, mekan ve kişiler değişiyor ancak ruhlar aynı kalıyor. Bilinç düzeyinde anlamlandıramadığımız; “hissediyorum”, “içime doğuyor” vb şeklinde tarif etmeye çalıştığımız bir çok şeyi aslında paralel evrenlerdeki yaşamlarımızdan biliyor oluyoruz. İlk görüşte aşk ise tüm paralel evrenlerde aynı anda aynı kişiye aşık olma durumu. “Aşka düşmek” halini bilinç düzeyinde hiçbir kelime ya da örnekle tam olarak açıklayamamamız da bu yüzden.
Hayatımızda öyle insanlar vardır ki yeni tanışmamıza rağmen sanki yıllardır tanıyormuş gibi hissederiz. Onların tüm evrenlerde ve tüm zamanlarda hep bizimle olduğundan o kadar emin oluruz ki bir süre sonra içinde bizim olmadığımız geçmişe öfkelenmeye başlarız. Zamanın bizden bize ait olanı çalmış olduğunu düşünüp zamana kızarız, insanlara kızarız, şehirlere kızarız. Böylelikle dünün öfkesi yarının hayal kırıklığı halini alır çünkü değiştirmek istediğimiz geçmiş karşısında hissettiğimiz tek duygu çaresizliktir. Çaresizlik hissi karşısında verdiğimiz tepki ise küçükken elimizden oyuncağımız alındığında verdiğimiz tepkiye benzer. Kimi baştan kabul eder, kimi önce isyan edip sonra kabul eder.
Huzuru bulmakla ona sahip çıkmak iki farklı şeydir. Huzuru anda bulmak kadar o anı geleceğe taşıyabilmekte önemlidir. Geçmişle giriştiğimiz her kavgadan mağlup ayrılırız, belki de geçmişe duyduğumuz öfke bu mağlubiyeti kabullenemeyişimizdendir. Dünün mağlubiyetlerinin geleceğin zaferlerini engellememesi ise bize bağlıdır. Bu bazen unutarak, bazen affederek, bazen ise sadece geleceğe odaklanarak olur.